Eskiden toprağın kokusu insanın ruhuna iyi gelirdi. Bana şimdi de iyi geliyor. Yağmurun sesi, kuş cıvıltısı, rüzgârın tenimize dokunuşu huzur vermekte. Ancak günümüzde beton duvarlar, ekran ışıkları ve yapay seslerle çevrili bir dünyada, doğayı unutur olduk. Oysa insan, doğadan koparak yalnızca çevresinden değil, kendisinden de uzaklaşıyor. Yani kendisini yalnızlaştırıyor ve asosyal duruma getirtiyor.
Sabahları kuş sesleri yerine bildirim seslerine, teknoloji aletlerin seslerine uyanıyoruz. Pencereyi açtığımızda çiçek kokusu değil, egzoz kokusu karşılıyor bizi. Toprakla temas etmeyen eller, bir süre sonra hem toprağın bereketini hem de emeğin kıymetini unutmaktadır. Oysa doğa sadece bir manzara değil, insanın özüdür. Biz, ekosistemin bir parçasıyız; ondan ayrı düşünülmemiz mümkün değildir.
Pandemi günlerinde, kapalı kalmanın ağırlığı altında hepimiz fark ettik: Bir ağacın gölgesinde soluklanmak, bir derenin kenarında sessizce oturmak, bir dağın zirvesinden dünyaya bakmak aslında ne büyük bir ihtiyaçmış. İnsan nefes almak için sadece oksijene değil, doğanın huzuruna da muhtaçtır. Bugün şehirlerde parklar bile “yapay doğa alanlarına dönüştürülüyor. Çimlerin altına plastik tabanlar seriliyor, ağaçların kökleri betona hapsediliyor. Doğayla bağ kurduğumuzu sanıyorken aslında doğayı dekor haline getiriyoruz farkında değiliz. Oysa doğayla yeniden buluşmak, yalnızca bir piknik yapmak ya da fotoğraf çekmek değildir; onun ritmine kulak vermek, ona zarar vermeden yaşamanın yollarını aramaktır.
Kur’an’da “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” buyurulurken, bu sadece çevreye zarar vermemek anlamına gelmez. Aynı zamanda insanın iç dünyasında da dengeyi korumak demektir. Çünkü doğayı tahrip eden insan, aslında kendi fıtratını da bozuyor. Doğadan uzaklaştıkça kalplerimiz daralıyor, zihinlerimiz gürültüyle doluyor. Son yıllarda yaşanan orman yangınları, bu sorumsuzluğun acı bir yansıması oldu. Birkaç dakikada kül olan binlerce hektarlık orman, sadece ağaçları değil, içinde yaşayan canlıların yuvalarını, bizim nefesimizi ve geleceğimizi de yaktı. Her ağaç, Allah’ın “hayat” sıfatının bir yansımasıydı; biz ise o hayatı ellerimizle söndürdük. O yangınların dumanı sadece gökyüzünü değil, insanlığın vicdanını da kararttı. Doğayla yeniden bağ kurmak, artık bir tercih değil; bir zorunluluktur.
Belki de yeniden toprağa basmanın, ellerimizi çamura bulamanın, bir fideyi büyütmenin vakti geldi geçiyor. Çocuklarımızı doğanın diliyle tanıştırmazsak, gelecekte doğayı yalnızca kitaplarda göreceklerdir. Çünkü insan, doğadan uzaklaştıkça sadece çevreyi değil; merhameti, dengeyi, huzuru da kaybediyor.
Doğayla yeniden buluşmak, aslında kendimizle barışmaktır. Bir ağacın gövdesine yaslandığınızda hissettiğiniz sakinlik, sadece bir hissiyat değil; insanın köklerine dönüş çağrısıdır. Belki de en çok ihtiyacımız olan şey budur: Doğanın Kalp Atışını Yeniden Duymak… vesselam